Renkli dönem öncesi Yeşilçam’dan keşfedilmesi gereken çok film var. Metin Erksan’dan Feyzi Tuna’ya, Hülya Koçyiğit’ten Cüneyt Arkın’a birçok değer var. Yeşilçam, hiç de küçümsenecek bir hayal ülkesi değilmiş.
Bir kanalda, Yeşilçam Smart’ta Metin Erksan ustanın 1954 yapımı “Beyaz Cehennem – Cingöz Recai” filmini keşfedince, bu kanalda görebildiğimiz filmlerle sinemamızın ustalarına selâm göndermek istedik. “Beyaz Cehennem – Cingöz Recai”, Peyami Safa’nın Server Bedi imzasıyla yayımladığı bir Türk hafiye (dedektif) seri hikâyesi. Safa Önal’ın 1969 yılında renkli çektiği ve başrolünde Ayhan Işık’ı oynattığı bir “Cingöz Recai” filmi daha var. Peyami Safa (1899 – 1961), Cingöz Recai karakterini, hırsız Arsen Lüpen’den ve dedektif Sherlock Holmes’tan ilham alarak yaratmış. Erksan’ın (1929) filmi, Çiftehavuzlar’da işlenen bir cinayetle başlıyor. Hızlı gazeteci Nevzat, nam-ı diğer Cingöz Recai polislerden de önce cinayet mahalline gelir. Basit bir cinayet değildir bu. Cingöz Recai, hemen araştırmalara girişir. Cinayet yerinde dört yüz bin dolar da kaybolur. İranlı Yasemin de bu paranın peşinde. Polis şefi Mehmet Rıza, Cingöz’ün işe karışmasından hoşlanmaz. Çapkın ve açıkgöz Recai, vakayı çözer ve Mehmet Rıza’yı atlatır. Bu filmdeki sakin İstanbul büyülüyor. Boğaz sırtları daha kuşatılmamış, insanlar nazik konuşuyor, sevgililer dudak dudağa öpüşüyorlar. Dış mekânlar, öncelikle gece çekimleri insanı sinemamız adına heyecanlandırıyor. Kapalıçarşı’da, Mehmet Rıza ve adamlarının Tatar Şevki’yi kıstırdıkları sahne tek kelimeyle etkileyiciydi. Filmde Cingöz Recai’yi oynayan Turan Seyfioğlu, 1961’de tedavi için gittiği Londra’da kırk yaşında vefat etti. Mehmet Rıza’yı Avni Dilligil (1908 – 1971), Cingöz’ün sevgilisi Jale’yi Neriman Köksal (1929 – 1999), Cingöz kadar kurnaz İranlı Yasemin’i Pola Morelli (1920 – 1970), Tatar Şevki’yi Fikret Hakan (1934), Başkomiser Hamdi’yi Nubar Teziyan (1909 – 1994) canlandırmış. Filmin senaryosunu da Erksan yazmış. Görüntülerse Fethi Mürenler’e aitti. Mürenler’in 1976’da vefat ettiğini bulabildik. Gerçekten, polisiye bu sinemanın genlerinde var. Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu merhum Sedat Simavi (1896 – 1953), 1917 yılında sinemamızda ilk polisiye filmi çekti “Casus”la. Bu film, Birinci Dünya Savaşı’nda geçen bir casusluk hikâyesini anlatıyordu. “Casus”, sinemamızın ilk kurgusal filmiydi ayrıca. Kültür Bakanlığı, tıpkı ABD Ulusal Film Koruma gibi sinemamızın mücevherlerini korumaya almalı. Filmler, ABD’de Kongre Kütüphanesi’nde korunuyor. Bizde de belki bu Milli Kütüphane olabilir.
Sinemamızda 1954 yapımı bir “Nilgün” filmi de var. Münir Hayri Egeli’nin (1903 – 1970) yönettiği “Nilgün”ün senaryosunu Sezai Solelli (1914 – 1979), Refik Halit Karay’ın (1888 – 1965) aynı adlı üç ciltlik romanından yazmış. Filmin görüntüsünü de Enver Burçkin (1914 – 1990) gerçekleştirmiş. Ömer’i Cüneyt Gökçer (1920 – 2009), Nilgün’ü 1932 Endonezya doğumlu Avusturyalı Erika Remberg, Dilbeste’yi Lale Oraloğlu (1924 – 2007) oynamış. “Nilgün” üçlemesi, 1950 – 52 arasında yayımlanmış ilk olarak. İnkilap Kitabevi, 2010 yılında bu üçlemeyi okurlarla buluşturdu bir defa daha. Ömer, edebiyatımızın ve sinemamızın özel şahsiyetlerinden biri. Hindistan’da ve Pakistan’da geçen, Ömer’le Nilgün’ün denizlerdeki fırtınalar gibi aşkı bu. Gerçekten de etkileyici bir filmdi bu. “Nilgün” filmi, 1968’de Ertem Eğilmez (1929 – 1989) tarafından renkli olarak bir defa daha sinemaya aktarılmıştı.
Orhan Erçin’in yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı 1955 yapımı “Çeto Sihirbaz”, sinemamızın mücevherlerinden. Erçin (1926 – 1993), Fransızların ünlü “jandarması” büyük komedyen Louis de Funès’yi sinemada seslendirmişti yıllarca. Filmin kameramanlığını da Hayrettin Işık üstlenmiş. Filmde Çeto’yu Orhan Erçin, İnci’yi İnci Birol (1933 – 1975), Hakkı Baba’yı Hakkı Ruşen, tiyatronun sihirbazını da Gazanfer Özcan (1931 – 2009) canlandırmış. Film, baştan sona eğlenceli bir yapıt. Final bölümünde bütün kadronun hep beraber şarkı söylemesi de bir armağan gibiydi. Her şey bir miras ve evlenme işiyle başlıyor. Tiyatrocu Hakkı babanın kızı, mirası alabilmek için şartları yerine getirmek zorunda. O da, Hakkı babanın yeğeni Çeto’yla evlenmek. İnci, tiyatrodan başka bir oyuncuyla yer değiştirir ve Çeto da tiyatroya düşer elindeki sepetle peşinden. İşler karışır ve bir her şey bir vodvile dönüşür sonra. Aslında “Çeto” serisinin ilk filmi 1953 yapımı “Çeto Salak Milyoner” adıyla çekilmiş. Erçin, yine senaryoyu yazmış, yönetmiş ve başrolde oynamış.
Tiyatromuzun değerli yönetmen ve oyuncularından 1928 doğumlu Haldun Dormen de film yönetmiş. 1965 yapımı “Güzel Bir Gün İçin”, estetiği ve gerçekçiliğiyle bugün de değerini koruyor. Filmin senaryosunu Erol Günaydın (1933) ve Erol Keskin (1931) beraber yazmışlar. Çarpıcı fotoğrafları da, sonradan oyunculuğa geçen Orhan Çağman (1927 – 1997) yapmış. Hayatın sıkıştırdığı Abbas, evi ve işi arasında monoton akışa bırakmış gitmiş kendini. Kız kardeşi Zarife, evine ve çocuklarına bakıyor. Çalıştığı giyim mağazasında Cemile’ye de vurgun Abbas. Bir türlü açılamıyor Cemile’ye. Cemile’yle işyerinde Zeki de ilgileniyor. Abbas’ın dertleşebildiği tek dostu işyerinden Sadık. Bir zaman sonra işten atılan Abbas, mağazanın kasasını soymaya karar veriyor. Onunla beraber başkaları da mağazayı soymaya karar verince işler karışıyor ve traji-komik olaylar perdeyi kuşatıyor. Çerçevelemelerden dolayı olmalı bu film bize sinemaskop tat verdi. Filmin, gündüz ve gece dış çekimlerinin etkileyici olduğunu belirtmeli. İç mekânlar da iyiydi. Dormen, filmin ilk bölümlerinde İstanbul’un insanı boğan kalabalığını iyi yansıtmış. Filmde Abbas’ı Erol Günaydın, Cemile’yi Belgin Doruk (1936 – 1995), Sadık’ı Altan Erbulak (1929 – 1988), Zeki’yi Metin Serezli (1934), Zarife’yi Nisa Serezli (1928 – 1992) ve soyguncu başını Haldun Dormen canlandırmış. İki kadim dostu, Erol Günaydın’la Altan Erbulak, yıllarca sinemada “002 Yavru ile Katip”i seslendirmişlerdi. Filmin sonundaki rüya ve ardından gerçekliğe dönüş, bu filmi daha da değerlendiriyordu. “Mutlu son”, bazılarına uğramıyordu hiç.
Büyüleyen Feyzi Tuna...
1939 doğumlu Feyzi Tuna, sinemamızda biçim araştırmalarıyla heyecan verici yönetmenlerden. Tuna’nın 1964 yapımı “Aşka Susayanlar”, James Jones’un, anlamı “Kimi Kaçarak Geldi” olan “Some Came Running” romanından uyarlanmış. Bu romanı, ilk olarak 1958’de Vincente Minnelli aynı adla renkli ve sinemaskop çekerek sinemaya uyarlamıştı. Frank Sinatra, Dean Martin ve Shirley MacLaine’in başrolünü paylaştığı bu film ülkemizde “Kader Yolcuları” adıyla gösterime çıkmış. Filmde, Suna’nın enkaza dönüşmüş eviyle Suna’nın enkaz hayatı arasında metafor kurulması, gerçeklik yönünden de filme değer katmış. Filmdeki iç ve dış mekân kullanımlarıyla ışık düzenlemeleri gerçekten heyecan vericiydi. İstanbul görüntüleri muhteşemdi. Askerlik dönüşü eve değil bir otele yerleşen Ekrem, otelde İstanbul’a iş bulmak umuduyla gelmiş Ahmet’le tanışıyor. Bir İstanbullu olmasına rağmen Ahmet’e iş bulma konusunda faydası dokunmayan Ekrem, Ahmet’e şehri tanıtıyor. Bir gece yolları Suna’yla buluşuyor sonra. Suna’yı belâlısından kurtardıktan sonra, ona yardımcı olmaya çabalıyor bu yeni iki arkadaş. Suna, kendisine kalbiyle aşık olan sıcak Ahmet’i değil, soğuk Ekrem’i seçiyor ve trajedisine doğru yol alıyor bu hikâyede. Filmin senaryosunu Tuna’yla, sonradan yönetmenliğe de geçecek Erdoğan Tokatlı beraber (1939 – 2010) yazmışlar. Filmin kameramanlığınıysa Ali Uğur (1939 – 2008) ve Orhan Kapkı (1930 – 1987) beraber yapmışlar. Filmde Ekrem’i Ekrem Bora (1932), Suna’yı Semra Sar (1943), Sedat’ı Kenan Pars (1920 – 2008), Ahmet’i Özkan Yılmaz (1938 – 2010), Tülin’i Nur İnsel (1942) oynamışlar.
Tuna – Bora işbirliğinde doğan “Tek Kurşun” filmi, 1968’de çekildi. Tuna’nın bu film, Jean-Pierre Melville ustanın 1967’de, Joan McLeod’un “The Ronin” romanından uyarladığı “Le Samourai – Kiralık Katil” filminden ilham almış. Tuna’nın filminin dışavurumcu ışık düzenlemeleri, sinemamız için şimdi bile muhteşem ötesi. Senaryosunu da yönetmenin yazdığı filmin stilize görüntülerini Cengiz Tacer (1938) gerçekleştirmiş. Cemil, bir kiralık katil. Donuk görünüşlü Cemil, kış atmosferindeki bu koca şehirde yapayalnız. Kendisine yakın olan tek canlıysa kafesindeki kuşu. Cadde üzerinde, başkasının arabasını alan Cemil, önce eski nişanlısı Semra’ya uğrar. Ardından gece kulübü sahibi Ahmet’i tek kurşunla öldürür. Polis, muhtemel suçluları toplar. Tanıklar, katilin yüzünü çıkartamazlarsa da Polis şefi Cemil’den şüphelenmeye başlar. Final bölümü, Melville ustanın filminde de melodram kendini hissettiriyordu, ama Tuna’nın filminde derin melodram daha derindi. Filmde Cemil’i Ekrem Bora, Semra’yı Mine Mutlu (1948 -1990), polis şefini Orhan Günşiray (1928 – 2008), Yılgın Rıza’yı Hasan Ceylan (1922 – 1980), Semra’nın sevgilisi Orhan’ı Süleyman Turan (1936), Ahmet’i Mümtaz Ener (1907 – 1989) oynamışlar.
Sinemamızda seri cinayet filmi...
İlhan Engin’in (1925 – 1991) yönettiği 1967 yapımı “Kadın Düşmanı”, belki de sinemamızın ilk seri cinayet filmi. Senaryosunu da yönetmenin yazdığı filmin çarpıcı fotoğraflarıysa Memduh Yükman’a (1925 – 1983) ait. İstanbul’un semtlerinde birbirine benzer kadın cinayetleri işleniyor. Polis Kemal, katilin öldürdüğü kadınlarla cinayet işlenen semtlerinin baş harflerinin akrostiş gibi olduğunu fark eder. Yüzü maskeli katil, gecenin karanlığında kadınları takip eden röntgenci mi? Sevgilisi öldürülen Ali mi? Yoksa heykeltıraş Sami mi? Ya da yengesi Oya’ya aşık Kenan mı? Yönetmen, seyircinin zihnini sürekli karıştırıyor. Georges Simenon polisiyelerinin tadını veren “Kadın Düşmanı”, mekân yansımalarıyla, stilize kamera açılarıyla, dışavurumcu ışık düzenlemeleriyle, uzayan gölgeleriyle, gerilimli müzikleriyle ve merak duygularıyla sinemamızın özel filmlerinden. Gerçekten kolay aşılmaz bu film sinemamızın başyapıtı. Final bölümündeki yoğun sis, filme anlam katıyordu. Vaka çözülünce sisin dağılışı da etkileyiciydi. Kemal’i Ekrem Bora, Oya’yı Sema Özcan (1943), röntgenciyi Erol Taş (1926 – 1998), Kenan’ı Engin İnal (1942 – 2004), heykeltıraş Sami’yi Tanju Korel (1944 – 2005), Ali’yi Suphi Tekniker (1940), Kenan’ın annesini Güzin Özipek (1925 – 2000) oynamış.
Nejat Saydam’ın (1929 – 2000), Orhan Kemal’in (1914 – 1970) aynı adlı romanından uyarladığı 1966 yapımı “El Kızı”, sinemamızın tepelerinde bir melodram. Hem hayatın gerçekleriyle buluşabilen hikâyesiyle hem de bu kadarı yeter dedirten hüzünlü yolculuğuyla acılara adanmış bir film bu. Orhan Kemal’in “El Kızı” romanı Everest’te yeniden yayımlandı 2010 yılında. Senaryosunu da yönetmenin yazdığı filmin görüntüleri Melih Sertesen’e (1926 – 1994) ait. Mazhar, yüzüğü aldıktan sonra, geçmişi hatırlar. Nazan’a aşık olduğu o avukatlık stajını yaptığı yılları. Teyzesi hamile Nazan’ı evden kovunca, Mazhar’la hemen evleniyorlar, İzmir’de Mazhar’ın annesiyle yaşamaya başlıyorlar sonra, çocuk Haldun da büyümüş. Mazhar’ın annesi Saime, kaynanalığını gösteriyor ve sıcak yuva entrikalarla dağılıyor. Nazan’la Mazhar boşanıyorlar. Gerisin geri trenle İstanbul’a, teyzesine dönerken bar kızı Nesrin’le tanışan Nazan için kader de ağlarını örüyor ve acılar derin kederlerle kuşatmaya başlıyor onu. Mazhar da bar kızı Neriman’la evleniyor. Kederlerle dolu yıllar akıp gidiyor. Nazan barda şarkılar söylüyor, alkole düşüyor. Oğul Tayfun büyüyor ve doktor oluyor. Ama, trajediler bitmiyor. Bu gerçekten çok ağır bir melodram ve belki bu film 1960’larda seyirci rekorlarını kırmış olabilir. Filmde Nazan’ı Türkan Şoray (1945), Mazhar’ı Ekrem Bora, Saime’yi sinemamızın ilk starı Cahide Sonku (1916 – 1981), Nesrin’i Çolpan İlhan (1936), Neriman’ı Suzan Avcı (1937), Haldun’u Tunç Oral (1938) oynamışlar. Filmde “Ümitsiz Bir Bekleyiş Hasreti Var İçimde” şarkısı çok iyiydi. Ali Erköse’nin Müzehher Güyer’in güftesinden bestelediği bu şarkı Hüzzam makamındaydı. Filmde, kara kediyle Neriman arasında metafor kurulması anlatımı güçlendiriyordu. Yönetmen, aralara yerleştirdiği kara kediyle tam anlamıyla “leit motif” yaratıyordu.
Sinemamızdaki iyi melodramlardan 1968 yapımı “Ağlayan Bir Ömür” filmini Nejat Saydam yönetmiş. Senaryoyu da Safa Önal (1931) yazmış. Filmin kameramanlığını da Melih Sertesen yapmış. Vedat, ailesine iyi bakabilmek için zengin kızların gittiği bir özel lisede edebiyat dersleri veriyor. Karısı Şermin ve küçük kızı Oya’yla mutlu ve sıcak yuvası olan Vedat’a sınıftan Hülya aşırı ilgi gösterir. Başlarda Hülya için oyun olan bu ilgi, sonradan tutkuya dönüşüyor. Kendisiyle evlenmek isteyen Metin’e bile yüz vermemeye başlıyor Hülya. Filmde, derin bir meloramı başlatansa Şermin’in kanseri. Tahliller sonunda Şermin’in beyninde ur tespit ediyor doktor. Öleceğini düşünen Şermin, ailesini kendi yokluğuna alıştırmak için onlara soğuk davranmaya başlıyor. Elbette hikâyede Metin ve Hülya da var. Sonunda her şey düzelince, başkarakterler gibi seyirci de rahatlıyor. Şermin’in doktordan çıkıp, caddede dalgın dalgın yürümesi, Şermin’in ruh halini iyi yansıtıyor. Filmde Vedat’ı Ekrem Bora, Şermin’i Sema Özcan, Hülya’yı Esen Püsküllü (1946), Metin’i Salih Güney (1943), Oya’yı Ufuk Enünlü (1957), Metin’in babasını Renan Fosforoğlu (1918 – 1991), Dr. Semih’i Muammer Gözalan (1905 – 1981) oynamışlar.
Ülkü Erakalın’ın (1934) yönettiği 1967 yapımı “Kiralık Kadın”, finali sürprizli bir melodram. Filmin senaryosunu, melodramların ustası Bülent Oran (1923 – 2004) yazmış. Görüntülerse, Orhan Kapkı’nın. Murat, kadınlara inanmayan, onlardan nefret eden, tiksinen bir genç adam. Kadınları sürekli aşağılasa da onlarla olmayı sürdürüyor. Abisi Ekrem Kutlu, “yürüme engelli” biri ve tekerlekli sandalyede günlerini geçiriyor. Gül, gecekonduda iyilik meleği bir hemşire. Bu üç insanın yolu, bir yerlerde buluşuyor. Murat, eve kapanmış ve bunalımlarıyla gününü geçiriyor. Murat, abisinin evlenebilmesi için geç kızları sınavdan geçiriyor. Sınavı, içkici babasının baskısıyla bu oyuna katılan Gül kazanıyor ve Ekrem’le evleniyorlar. Murat, bu kenar mahalle gülüne sırılsıklam tutuluyor ve kadınlara karşı önyargısını bir ölçüde yeniyor. Filmin, iç mekân çekimleri gerçekten çarpıcı ve ilham vericiydi. Bazı çekimler ve kamera kullanımları sinemamız adına insana heyecan veriyordu. Murat’ın romanın satırlarındaki anları yansırken, kameranın yatay ve plonje açılar oluşturması. Gül’ün, kayınbiraderi Murat’ın satırlarında kendisini arzulamasını hayal ettiği an, sinemamızda az görülür kışkırtıcılıkta perdeye yansıyordu. Melodram, tutku, ihtiras ve oyunlar bugün bile etkileyici. Filmde Gül’ü Fatma Girik (1943), Ekrem’i Ekrem Bora, Murat’ı Kuzey Vargın (1940) oynamış. Murat’la Gül’ün dudak dudağa öpüşmeleri bu filmden armağan gibi. Bu Filmde, Ajda Pekkan’ın söylediği “İki Yabancı” şarkısı da duyuluyordu. “İki Yabancı”, Frank Sinatra’nın 1966’da yayımlanan “Strangers in the Night” şarkısından uyarlanmış bir aranjman.
1965 yapımı “Şeker Gibi Kızlar” filminde, sadece Mavi Işıklar’ın müziği ve şarkıları değil, Ankara’nın, İzmir’in ve İstanbul’un 1960’lardaki manzaraları da etkileyiciydi. Sadece onaltı film yönetmiş Muzaffer Arslan’ın (1921 – 1992) Erdoğan Tünaş’ın (1935 – 2007) senaryosundan çektiği “Şeker Gibi Kızlar”ın kameramanlığını da Mengü Yeğin (1935 – 1993) yapmış. Filmde Fatma Girik ikizleri canlandırmış. İstanbullu Belgin, bilgi küpü. İzmirli Hülya argo konuşan, güzel şarkılar söyleyen bir kız. İki kız kardeşin yolu rastlantıyla Ankara’da kesişiyor. Sonra yer değiştirip yıllar önce ayrılmış anne-babalarını, Nevin’le Kenan’ı barıştırmak için uğraşıyorlar. İkisinin de sevgilisi var elbette. Belgin İzzet’le, Hülya, Taylor Fikret’le çıkıyorlar. İkizlerden dolayı çıkan karışıklar seyircileri hayli eğlendiriyor filmde. Sonuçta kazanan mutluluk oluyor. İkizlerin aynı çerçevenin içinde göründüğü sahneler teknik anlamda gerçekten inandırıcıydı. Bir de Fatma Girik bolca öpüşüyor filmde. “Şeker Gibi Kızlar” filminde Mavi Işıklar, “Helvacı”, “Oyna Yarim Oyna” ve Fatma Girik vokaliyle “Kanamam” şarkılarını söylüyordu. Filmde Belgin’le Hülya’yı Fatma Girik, İzzet’i Erol Tezeren (1942), Kenan’ı Hulusi Kentmen, Nevin’i Keriman Köksal, Taylor Fikret’i Burçin Oraloğlu (1941) canlandırmış. Mavi Işıklar müzik grubu, çok gençlermiş ve Beatles’ı çağrıştırırıyorlarmış.
Sinemamızın melodram ustası Osman F. Seden’in (1924 – 1998) yazıp yönettiği 1968 yapımı “Ana Hakkı Ödenmez” filmi, hastalıklar üzerinden gelişen bir melodram. Filmin kameramanıysa Cengiz Tacer. Orhan, Fatma’yla evli ve bebekleri Funda amansız bir hastalığa yakalanmış. Mine de amansız bir hastalığın içinde ve yaşayacak günleri de sayılı. Mine, Orhan’a tutkulu. Mine’nin babası Hilmi, bu ilginin farkında ve Orhan’a karısından boşanıp, az ömrü kalmış kızıyla evlenmesi koşuluyla bebeğini ameliyat yaptıracağını söyler. Mine de Fatma’ya baskı uygular. Fatma, kocasının kendisinden ayrılmayacağını bildiğinden melodramlardaki o yanlış anlamalar hayatın içine giriyor ve sonunda Fatma’yla Orhan ayrılıyorlar. Sonra, Orhan’la Mine evlenirler. Yıllar geçer. Funda yedi yaşına gelir. O mutluluk hiç kimseye gelmez. Yıllar sonra hikâye bir suç filmine dönüşüyor. Politik oyunlar ve rekabetler, filmdeki acıları daha da çoğaltıyor. Rakip Mesut, Orhan’ın başkanlık adaylığından çekilmezse elindeki kanıtları şantaj olarak kullanacağını söylüyor hayatında karanlık taraflar olan Fatma’ya. Olanlar oluyor, hikâye daha da trajik hal alıyor. Filmde Orhan’ı Ediz Hun (1940), Fatma’yı Fatma Girik, Mine’yi Serpil Gül (1941 – 1990), Nubar Terziyan, Komiser İlhami’yi Hüseyin Peyda (1920 – 1990), Mama Neriman’ı Güzin Özipek, Fatma’nın abisini Ahmet Mekin (1932), Mesut’u Önder Somer (1937 – 1997) oynamışlar.
Sinemamızda Ajda Pekkan devri...
Orhan Elmas’ın (1925 – 2002) yazıp – yönettiği 1964 yapımı bir gençlik müzikali “Plajda Sevişelim” filmi için iki farklı adla afiş hazırlanmış zamanında. İkinci afiş “Neşeli Aşıklar”, Anadolu için hazırlanmıştır herhalde. Filmin kameramanlığını da Turgut Ören (1924 – 2011) yapmış. Bu film, Robert Mulligan’ın renkli ve sinemaskop çektiği 1961 yapımı, “Eylülde Gel” anlamına gelen “Come September” filminden ilham almış. Rock Hudson, Gina Lollobrigida, Sandra Dee ve Bobby Darin’in başrolünde olduğu bu film, ülkemizde 1963 yılında “Sonbahar Hatıraları” adıyla gösterime çıkmış. Mulligan’ın filminde Tony karakterini canlandıran şarkıcı Bobby Darin (1936 – 1973), filmin adıyla aynı olan o güzel şarkıyı söylüyordu dans eden gençlere. Köşkün uşağı Adil, patronu Muzaffer olmadığında köşkü otel olarak işletiyor. Köşke kız öğrenciler yerleştikten sonra, Muzaffer ve nişanlısı Lale de geliyor. Ardından müzisyen gençler geliyor. Bu da yetmiyor, Alman Mayer’in kızını fidye için kaçıran gangsteler de köşkün sakinlerinden oluyorlar. Aralarda Erol Büyükburç, “Anadolu Pop” tarzında şarkılarını yorumlama fırsatı buluyor. Gerçekten, Büyükburç’un sesi Elvis Presley gibi insana iyi geliyor. Şarkıcı Suat, Lale’ye ilgi duyunca, işler daha da karışıyor. Suat’ın Lale’ye gitarıyla “Yeşilim, yeşilim, yeşilim amman / Yeşil yaprak altında üşüdüm amman” şarkısını söylerken, fırsat buldukça Lale’nin dudaklarından öpüyordu. Muzaffer’le çetebaşı tıpatıp birbirlerine benziyor. Bu filmdeki en heyecan verici anlardan birisi, iki roldeki Ekrem Bora’nın aynı çerçevenin içinde hiçbir teknik sorun yaşanmadan görünmesiydi. Günümüzde böyle çekimler, bilgisayar kontrollü kameralarla yapılıyor. Filmde Muzaffer’i Ekrem Bora, Lale’yi Ajda Pekkan (1946), Suat’ı Erol Büyükburç (1936), uşak Adil’i Ali Şen (1918 – 1989), Mayer’i Feridun Çölgeçen (1911 – 1978), Oya’yı Nilüfer Koçyiğit (1951) canlandırmış. Filmin komedi sahnelerinin çok güldürdüğünü de belirtmeli.
Ülkü Erakalın’ın yönettiği 1965 yapımı “Şepkemin Altındayım – Deli Futbolcu”, Öztürk Serengil’in (1930 – 1999), iki rolde göründüğü hem komedi hem de derin melodram yüklü bir film. Senaryoyu Bülent Oran’ın yazdığı filmin görüntüleri Kenan Kurt’a (1925 – 2002) ait. Sarı-lacivertli Yenerbahçe’nin golcü ve çapkın forveti Selim’in “yaramazlıkları”nı engelleyemeyen başkan Hulusi, ne yapıp edip Selim’i kaçırmaya yeminli sarı-kırmızı Salatasaray’ın başkanı ve sanki bu filmden kopuk bir hikâye gibi yansıyan sokak müzikçilerinin hikâyesi. Salatasaray’ın idarecileri, gece kulübü güzeli Selma’nın yardımıyla Selim’i kaçırırlar. Yenerbahçe’yi bir türlü yenemeyen Salatasaray, şimdi ezeli rakiplerini alt edebilir. Sokak şarkıcılarının arasında Selim’in aynadaki yansıması gibi bezeyen Kerim de var. Hulusi, Kerim’i Selim zanneder maça çıkarır, ama sonunda esir Selim kurtulur ve Salatasaray, yine Yenerbahçe’yi yenemez. Öte tarafta, melodramın ateş gibi yaktığı bir aşk hikâyesi de var. Sokak müzikçisi Ahmet, ayağı felçli Fatma’ya deli divane aşıktır. Sonunda her şey yoluna giriyor ve herkes için mutluluk gecikmeyle de olsa geliyor. Selim’in Selma’yı dudaklarından öptüğü sahne akılda kalıyordu. Filmde Selim ve Kerim’i Öztürk Serengil, Selma’yı Ajda Pekkan, Ahmet’i Yusuf Sezgin (1942), Fatma’yı Esen Püsküllü, Yenerbahçe’nin başkanı Hulusi’yi Vahi Öz (1911 – 1969) ve Salatasaray’ın başkanını Hüseyin Baradan (1932 – 2004) oynamış. Filmin bir sürprizi de vardı. TRT’nin ünlü maç spikeri Orhan Ayhan, statta maçı anlatıyordu. Öztürk Serengil, seyirciyi bol bol güldürüyordu bir de. Bu filmde Ajda Pekkan, “Kalenin Bedenleri” şarkısını da söylüyordu.
Yine Ülkü Erakalın – Bülent Oran işbirliğinden doğan 1966 yapımı “Şoför Deyip Geçmeyin”, gariban şoförün melodramı. Filmin kameramanlığını Memduh Yükman’ın yaptığı filmde, zengin kızı Gül, fakir genç Selim’e aşık olur, ama babası Vahit bu aşkın karşısında durur. Yollar ayrılır. Hamile olduğunu öğrenen Gül, ortadan kaybolur, bebeği doğurur, bebeğini gariban şoförün taksisine bırakır ve bebek büyür Ömercik olur. Çocuğunun hasretine dayanamayan Gül, fakir çocukların öğrenimine adar kendini. Öte tarafta şoförün de hayatı var bir de. Şoför de umutsuz bir aşkla bar güzeli Ayla’ya yangın. Sondaysa, hem mutluluk hem de trajedi bekliyordu. Ayla’nın striptiz dansı hayli çarpıcıydı. Filmde şoförü Sadri Alışık (1925 – 1995), Ayla’yı Ajda Pekkan, Gül’ü Esen Püsküllü, Ömercik’i Ömer Dönmez (1959), Vahit’i Süha Doğan (1920 – 1979), aşık Selim’i Atacan Arseven (1939) canlandırmış.
Nejat Saydam’ın yönettiği 1963 yapımı “Kendini Arayan Adam”, belleğini yitirmiş bir adamın gerçek aşkı bulmasının melodramı. Filmin senaryosunu, sinemamızda üç filme senaryo yazan Kevkep Öklem yazmış. Öklem hakkında bilgiye ulaşamadık. Filmin müziklerini Rauf Tözüm bestelemiş. Görüntüleri de Melih Sertesen çekmiş. Balıkçı kasabasında kumlar üzerinde baygın bulunan bir genç adam, ne adını ne de geçmişini hatırlar. Murat Reis ve kızı Gönül’ün evlerinde kalan genç adamın adını bir mezar taşında öğreniyor seyirci. Adı Cevat olan fabrikatör genci, karısı Suzan ve Necdet ortadan kaldırmak istemiş. Belleği yavaş yavaş yerine gelmeye başlayan Cevat, kötüleri yenip aşkına kavuşuyor. Yer yer insanı etkileyen bu melodramda Cevat’ı Tamer Yiğit (1942), Gönül’ü Ajda Pekkan, Murat Reis’i Hulusi Kentmen (1911 – 1993), Halim’i Ali Şen, Necdet’i Sadri Alışık, Suzan’ı 1958’de Türkiye güzeli seçilen Sunay Uslu (1940), Süleyman’ı Hüseyin Baradan oynamış.
“Kral” Ayhan Işık…
1929’da İzmir’de doğan sinemamızın “Kral”ı Ayhan Işık, 1979’da İstanbul’da vefat etti. Aram Gülyüz’ün (1931) yönettiği 1966 yapımı “Siyah Otomobil”in senaryosunu Vecdi Uygun (1930) yazmış. Görüntülerse Memduh Yükman’ın. Film, hayatında trajediler yaşayan polis Kenan’ın dramını anlatıyor. Karısı öldükten sonra geri hizmette görev yapan Kenan’ın oğlu Ahmet, şehirde dehşet saçan bir siyah otomobil tarafından öldürülür. Şefi, siyah otomobil seri cinayetleri yüzünden yeniden eski işine çağırır Kenan’ı. Oğlu Ahmet’le aynı sınıfta okuyan Erol’un annesi Selma’yla da tanışıyor o sıralarda Kenan. Selma, siyah otomobil çetesinin gece kulübünde zorla çalıştırılıyor. Sonunda kötüler mağlubiyete uğratılıyor ve aşk kazanıyor. Filmde Kenan’ı Ayhan Işık, Selma’yı Ajda Pekkan, çetebaşı Yusuf’u Süha Doğan, polis şefini Asım Nipton (1915 – 1972), Ahmet’i Ercan İnangiray (1958) oynamışlar. Filmin müziklerini de Vasfi Uçaroğlu Orkestrası çalmış. Filmin kurgusu da iyiydi. Ajda Pekkan, “Seninle Bir Sonbahar” ve “Yollar Uzak Gelemedim” şarkılarını söylüyordu.
Hulki Saner’in (1923 – 2005) yönettiği, senaryosunu Orhan Aksoy’la (1930 – 2008) beraber yazdığı 1962 yapımı “Zorlu Damat”, eğlenceli ve hoş film. Fonda duyulan muhteşem müzikleri Yorgo İlyadis (1914 – 1974) bestelemiş. Görüntülerse Kosta Psaros’a ait. Yarış atlarına meraklı zengin ve şımarık kız Gönül, atı Veliefendi’de Bursalı at çiftliğinin sahibi Necdet’in atına geçilince küplere biniyor ve Necdet’ten at satın alabilmek için soluğu Bursa’da alıyor. Ardından ipinden kopmuş eğlence seyirciyi bekliyor. Necdet, kendine Hasan diyerek Gönül’e yaklaşır ve onu aşk ateşiyle yakar. Sonunda aşk kazanıyor tabii ki. “Zorlu Damat” filminde, Necdet’le Gönül, bol bol öpüşüyorlar. Sinemamızın sultanı Türkan Şoray’ın kanunları o vakitler yokmuş herhalde. Afişte ve ön jenerikte de adı ikinci yazılmış sultanın. Filmde Necdet’i Ayhan Işık, Gönül’ü Türkan Şoray, Rıza’yı Hulusi Kentmen (1911 – 1993), Abdulah’ı Kadir Savun, Mıstık’ı daha otuz yaşındayken yoksulluğa isyan eder gibi intihar eden Suphi Kaner canlandırmış. Kaner, 1933’te İstanbul’da doğdu, yine 1963’te İstanbul’da vefat etti. Bir zamanlar Yeşilçam’da insanı böyle eğlendiren sıcak filmler yapılıyormuş. Şimdiyse bu başarılamıyor.
Hulki Saner’in yazıp – yönettiği 1963 yapımı “Helal Olsun Ali Abi” filmi, “Turist Ömer” karakterinin de doğuşunun filmi. Tıpkı Blake Edwards’ın 1963 yapımı “The Pink Panther – Pembe Panter” filmindeki Müfettiş Jacques Clouseau karakteri gibi. “Helal Olsun Ali Abi”, eğlenceli bir polisiye. Ayhan Işık, külhanbey ağzıyla konuşan esprili bir sivil polis. Filmde Ali’yi Ayhan Işık, Turist Ömer’i Sadri Alışık, Fettan’ı Sevda Ferdağ (1942) canlandırmış. Filmin görüntülerini de Kosta Psaros çekmiş.
İlhan Engin’in yazdığı ve yönettiği 1966 yapımı “İstanbul Dehşet İçinde” filminde, “007 James Bond” filmlerinin etkisi bir hayli hissediliyor. Hatta, Ayhan Işık’ın merkezde göründüğü ilk anlar, tıpkı Terence Young’ın yönettiği serinin ilk filmi 1962 yapımı “Dr No”daki gibi. Filmin kameramanı Mahmut Demir’in ölüm yılının 1998 olduğunu öğrenebildik sadece. Uluslararası bir suç örgütü, İstanbul’un su şebekesine ölümcül virüs karıştırmak istiyorlar. Tam bir casusluk gerilimi olan bu filmde, öncelikle dış gece çekimleri çok çarpıcıydı. Filmde Kemal’i Ayhan Işık, Kurenko’yu Kenan Pars, Tekin’i Reha Yurdakul (1926 – 1988), dilsizi Tanju Korel (1943 – 2005), sivil polisi Hüseyin Zan (1930) canlandırmış.
Cüneyt Arkın bambaşka...
1937’de Eskişehir’de doğan sinemamızın “doktor”u Fahrettin Cüreklibatur, yani Cüneyt Arkın, sinemamızda bir Alain Delon’du. Kemal Kan’ın (1929 – 1997) yönettiği 1964 yapımı “İstanbul Sokaklarında” filmi, ağır melodramıyla insanı sarsan bir film. Senaryoyu da Vecdi Uygun yazmış. Bu fimin müzileri Metin Bükey’e (1933 – 1997), görüntüleriyse Fevzi Eryılmaz’a ait. Metin, askerden döndükten sonra kola fabrikasının başına geçer. Yorgun babası Ahmet de gönül rahatlığıyla kendini emekliye ayırır. Metin, hayatının kadını Sevim’le ilgilenecekken askerlik öncesi tanıdığı Necdet’in avı olur, “meşum kadın” Leyla’nın baştan çıkarmasıyla koca serveti kumarda batırır ve sonunda anne-babasıyla beraber sokaklara düşer. Onca ibretlik acılar çekildikten sonra Metin, Sevim ve Metin’in anne-babası için geç de olsa mutluluk gelir. Filmde Metin’i Cüneyt Arkın, Sevim’i Filiz Akın (1943), Ahmet’i Turgut Özatay (1927 – 2002), Leyla’yı Suzan Avcı, Necdet’i Tunç Oral, Metin’in annesi Zehra’yı Nedret Güvenç (1930) canlandırmış.
Hulki Saner’in yazıp – yönettiği “Cibali Karakolu”, büyük tiyatro insanlarımızdan Muammer Karaca’yla Cüneyt Arkın’ı yan yana getirmiş eğlenceli bir film. Filmin kameramanıysa Turgut Ören. Karakol amiri zengin ve çapkın olursa ne olur? Etrafta kendine Necip Zoka diyen amir Cafer Saba, genç ve yakışıklı Orhan’la yarışabilir mi? Bir dolu karışıklık seyircilerin iyi vakit geçirmelerini sağlıyor. Filmde Orhan’ı Cüneyt Arkın, Cafer Saba’yı Muammer Karaca (1906 – 1978), Ayfer’i Sevda Ferdağ oynamış.
Hülya Koçyiğit’in duru güzelliği…
Ülkü Erakalın’ın yönettiği 1964 yapımı “Hepimiz Kardeşiz”in senaryosunu Hamdi Değirmencioğlu (ölümü 1990) ve Bülent Oran yazdığı filmin görüntüleriyse Manasi Filmeridis’e (1913 – 1997) ait. Film, “Cüneyt Arkın’ı iftiharla takdim ettiği” için ön jenerikte en sonda yazıyor adı. Öğretmen Ahmet, kendini yoksul köylü çocuklarına eğitim vermeye adamış genç bir öğretmen. Geldiği köyde zalim ağa Kara Yusuf’un gazabına uğruyor. Bununla beraber başka hikâyeler de var. Nazlı ananın büyüttüğü Murat, Elif’e yangın. Elif de, köye gelen öğretmen Ahmet’e. Ahmet, duru güzelliği olan bu köylü kızının ilgisine karşı koyamıyor. Murat, Elif için Ahmet’ten nefret etse de öğretmenin okul yapma çabasına yardımcı oluyor. Ama finalde trajedi de bekliyor. Öğretmen Ahmet’in ders verici konuşmalarını bir tarafa bıraktığınızda iyi bir köy filmi bu. Filmde Murat’ı Tamer Yiğit, Ahmet’i Cüneyt Arkın, Elif’i Hülya Koçyiğit (1947), Nazlı’yı Aliye Rona (1921 – 1996), Aşık Garip’i Semih Sezerli (1930 – 1980), Kara Yusuf’u Hasan Ceylan (1922 – 1980) canlandırmış. Aliye Rona, bu filmdeki rolüyle 2. Antalya Film Festivali’nde “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında ödül kazandı. Fonda da “Nem Alacak Felek Benim” tınıları da duyuluyor. Bir vakitler Yeşilçam’da güzel kadınlar varmış. O güzel kadınlar şimdi nereye gittiler?
1963 yapımı “Genç Kızlar”, sinemamızın beyefendisi Ediz Hun’un ilk sinema filmi. Hun, sinemamızdaki önemli melodramlarda oynadı. Nevzat Pesen’in (1924 – 1973) yönettiği “Genç Kızlar”ın senaryosunu Nihal Yeğinobalı (1927) yazmış. Görüntülerse Gani Turanlı’ya (1926 – 2005) ait. Filmde hitabet hocası İskender’i Ediz Hun, Oya’yı Hülya Koçyiğit, Eylül’ü Türkan Şoray, müdireyi Bedia Muvahhit (1897 – 1994), hastabakıcı Nuran’ı Nedret Güvenç, tiyatro hocasını Feridun Çölgeçen, Eylül’ün dadısını Kadriye Tuna (1902 – 1970), Pervin’i trafik kazasında ölen Zuhal Tan (1944 – 1966), okul bekçisi İsmail’i Faik Coşkun (1914 – 1978) canlandırmış. Film, zengin kız öğrencilerinin yatılı kaldığı tiyatro okulda geçiyor. Oya, öğretmeni İskender’e aşık oluyor bir zaman sonra. Oya, annesin öldüğünü sanıyor. Babası da kendini işine vermiş. Belki de Oya, manevi babasından görmediğini şefkati İskender’den geleceğini umuyor. İskender’in de kalbi Eylül’e doğru atıyor. Ama, İskender evliymiş. Bir kızı olan İskender’in eşi akıl hastanesinde yatıyormuş. Aşkından umutsuzluğa düşen Oya, kendini yüksekten atarak intihar eder, ama kurtulur. Filmde, piyano tınılarıyla dans sekansı hoştu. Hülya Koçyiğit “Katibim”i çalarken, Türkan Şoray da dans ediyordu. Filmin uyarlaması da ilginç. Nihal Yeğinobalı, “Vincent Ewing” imzasıyla yazdığı romanından senaryosunu yine kendisi yazarak “Genç Kızlar” perdeye uyarlanmış. Bu türden romana “sözde çeviri” deniliyormuş. “Genç Kızlar” romanı, “Vincent Ewing” imzasıyla en son 1999’da Altın Kitaplar’dan çıktı.
Charlie Chaplin’in 1952 yapımı “Limelight – Sahne Işıkları” filminden ilham almış 1965 yapımı “Serseri Aşık”, derin melodramıyla büyük bir fedakarlığın hikâyesi. Ülkü Erakalın’ın yönettiği, Bülent Oran’ın yazdığı, Memduh Yükman’ın görüntülediği “Serseri Aşık”, iyi melodramlardan. Erol, şarkıcı Hülya’ya aşık olur ve aşkın karşısında katı kalpli babasını bulur. Baba, seven gençleri ayırır. Hülya, Galata Köprüsü’nde intiharı düşünürken, kendine “Doktor” diyen eski kuklacı “Serseri” tarafından kurtarılır. “Serseri”, onu evine götürür. Hayatına taze bir çiçek gibi doğan Hülya’ya içten içe aşık oluyor. Mahalleli, başlarda bekâr bir erkeğin evinde bir genç kızın oturmasına karşı çıksa da, Hülya’nın iyiliği mahallelinin yüreğini yumuşatıyor. Hikâye, elbette Chaplin’in filmindeki gibi gelişmiyor. Hikâye bize dönüştürülmüş. Sonunda “Serseri”, sevenleri kavuşturuyor ve filmde kendisini bulduğumuz Galata Köprüsü’nde yalnızlığına doğru yürüyor. “Serseri”de Sadri Alışık, Hülya’da Hülya Koçyiğit, Erol’da Cüneyt Arkın, babada Hulusi Kentmen, Bakkal Arif’te Necdet Tosun (1926 – 1975), Romantik Ayşe’de Rengin Arda (1940), Müzeyyen Teyze’de Mualla Sürer (1902 – 1976) vardı. Filmin en büyük sürprizi de İsmail Dümbüllü (1897 – 1973) üstattı. Sünnet düğününde Dümbüllü’yle “Serseri”nin “atışmaları” sinemamızdan bir armağandı.
Sinemamızda bir “Çirkin Kral…”
Ertem Göreç’in (1931) yönettiği 1966 yapımı “Yiğit Yaralı Olur” filminin senaryosunu büyük usta Ömer Lütfü Akad (1916) yazmış. Görüntüleriyse Ali Yaver (1929) gerçekleştirmiş. Gecekonduda oturan fabrika işçisi iki nişanlı, Yusuf’la Gül, evlenebilmek için Yusuf’un fabrikadan gelecek toplu paraya umutlarını bağlamışlar. Gül’ün babası Recep işsiz kalmış, kızının haftalığıyla sürekli içen biri. Gül’ün annesi de çileli bir kadın. Mahalleden çıkmış gecekondu güzeli Melahat, şimdi fabrikanı ortaklarından Şevket’in metresi olmuş. Fabrikanın diğer ortaklarından Remzi’de her türden pislik iş var. İşte Yusuf, fabrikadan toplu parasını almaya gittiğinde dümenlerin döndüğünü anlıyor. Bir gece gizlice fabrikaya girip asıl defteri çalarken, ustabaşı Hakkı’yı yaralıyor. O sırada gecenin bir vakti, fabrikada kalpazanlık faaliyetleri de var. İşler karışıyor, Yusuf hapse düşüyor. Gül, Melahat ablasının kandırmasıyla “kötü yol”un kıyısından dönüyor. Trajik finale, bu filmde anlam bulamadık. Filmde, Yılmaz Güney’in çöp kamyonundan dökülen çöplerin içinden çıkması, aklımıza bir filmi getirdi. Sam Peckinpah, 1972 yapımı “The Gateway – Sonsuz Kaçış” filmi için 1966 yapımı “Yiğit Yaralı Olur”daki çöp sekansından ilham almış olabalir mi? Bir düş işte!.. Filmde Yusuf’u Yılmaz Güney (1937 – 1984), Gül’ü Hülya Koçyiğit, Melahat’ı Muhterem Nur (1932), Remzi’yi Tuncel Kurtiz (1936), Şevket’i Kenan Pars, Recep’i Asım Nipton, Gül’ün annesini Leman Akçatepe (1918 – 1992), Ustabaşı Hakkı’yı Hakkı Haktan (1919 – 1981) hayat vermiş. Remzi karakterindeki Tuncel Kurtiz, “kötü adam”da muhteşemdi ve insanın sinirleriyle oynuyordu. Gerçekten büyük oyuncu. Bu filmde, Yusuf’la Gül’ün yatakta öpüştükleri sahnenin kesildiğini fark ettik.
Ülkü Erakalın’ın 1965’te yönettiği “Uzakta Kal Sevgilim”, gurbetçiler üzerine bir film. Senaryoyu Bülent Oran yazmış. Görüntülerse Turgut Ören’in. Filmin hikâyesi Kasımpaşa’da geçiyor. Tersanede çalışan Fikret, Hülya’nın kendisine olan ilgisini fark ediyor ve ilgiye karşılık veriyor. Ama, evlenebilmek için de ekonomik gücü yok. Fikret’in babası Hasan kahvehane işletiyor. İş arkadaşı Erol, Almanya’ya işçi olarak gidebilmek için bir yerlere başvurmuş. Fikret’i de başvuru için ikna ediyor Erol. Fikret, Hülya’nın aşkı için ikna oluyor, İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvuruyor, hemen kabûl ediliyor. Gitmeden önce Hülya’yla sevişen Fikret, elbette geride hamile bir kız bıraktığını bilmiyor. Zaman geçtikçe Fikret’ten haber alınamaz oluyor. Karnı büyüyen Hülya, yaşlı Kamil’le evlenmek zorunda kalıyor. 1960’ların Kasımpaşa semti etkileyici bir görsellikle yansıyor “Uzakta Kal Sevgilim”de. Filmde Fikret’i Fikret Hakan, Hülya’yı Hülya Koçyiğit, Erol’u Erol Tezeren, Hasan’ı Nubar Terziyan, Kamil’i Avni Dilligil, Şerife’yi Aliye Rona canlandırmış.
Memduh Ün’ün (1920) yönettiği 1962 yapımı “Kısmetin En Güzeli”, mahalle kültürünü ve zaman zaman riyakârlığını anlatan iyi filmlerinden. Film, sonradan önemli yönetmenlerden olacak Bilge Olgaç’ın (1940 – 1994) eserinden uyarlanmış. Senaryoyu da Bülent Oran yazmış. Kameramanlığı da Mustafa Yılmaz (1936) yapmış. Fikret ve Semih, ikisi de züğürt sanatçı. Gecekonduda bekâr evinde kalıyorlar. Fikret yazar, Semih ressam. Ama paraları yok. Borçları boğazı geçmiş. Kasaptan ve manavdan kaçıp duruyorlar. Mahalleye yeni taşınan iki kız arkadaş, Fatma ve Nermin de bu hikâyeye katılıyor. Yavaş yavaş Fikret’le Fatma arasında aşk da doğar. Hikâyenin bir başka yerinde zengin kızı Jale var. Fikret bu şımarık zengin kızına ders vermek de gecikmiyor. Gerçek hayatta da böyle miydi? O zamanlar 1960’lardı. Sonradan araya milli piyango girer ve eğlence de artar melodramın kıyılarında dolaşan bu filmde. Fikret, Fatma’ya aşık olunca ilham gelir ve “Tarzan” gibi bir hikâye yazmayı hayal eder. Sonra çölde bir cengaver. Fatma, Fikret’in kendisinin yürüme engelli olduğunu bilmesini istemiyor. Buldukları yüz bin lira ikramiye vuran milli piyango bileti ellerinden uçar Fikret’le Semih’in. Umutlarını yitirdikleri anda bilet onları buluyor. Fikret ve Semih, bilet sahibini aramaya başlarlar parayı çektikten sonra. Çantanın içinden çıkan günlük, çok yakınlarında birinin. Mutluluk sonunda sevenleri buluyor finalde. Filmde Fikret’i Fikret Hakan, Fatma’yı Fatma Girik, Semih’i Semih Sezerli, Nermin’i Uğur Kıvılcım (1942), İtalyan Kazım’ı Abdurrahman Palay (1923 – 2002), Lord Hüseyin’i Ulvi Uraz (1921 – 1974), Hilton Şemsettin’i Ali Şen, Hilmi’yi Ahmet “Kostarika” Turgutlu (1927 – 1994), Bakkal Saim’i Zeki Alpan (1908 – 1992), Kasap Cemal’i Necdet Tosun, Jale’yi Diler Saraç (1937) oynamışlar.
Agah Hün’ün unutulmaz melodramı…
1918’de doğmuş ve 1990’da ölmüş oyuncu, yönetmen, senaryo yazarı ve dublaj sanatçısı Agah Hün, 1959 yapımı “Ben Kahpe Değilim” filmiyle, sinemamızda çok güçlü bir melodrama imza atmış. Filmin müziklerini Nedim V. Otyam (1919 – 2008) yazmış. Görüntülerse Manasi Filmeridis’e ait. Çiftlikte, toprakla ilgilenen Ahmet, genç karısı Ayşe’yi ihmal ediyor. O sıralarda babasının toprağını satmak için köye gelen Osman, bir erkeğin yakınlığına ihtiyaç duyan Ayşe, başlarda dirense de Osman’ın büyülü kelimelerine kanıyor. Geride kocası Ahmet ve bebeği Rüya’yı bırakıp, yanına mücevherleri alarak Osman’la İstanbul’a gidiyor. Elbette hayal kırıklığı gecikmiyor. Randevuevinin kıyısından da dönüyor Ayşe. Kumarbaz Osman her şeyi, başta Ayşe’yi tüketiyor birkaç yıl içinde. Geride kalanlarsa birer enkaza dönüşmüş. Ahmet, bulanıma girerek hep intiharı deniyor deliliğin sınırlarında. Bebek de büyüyor yıllar içinde. Birçok olaydan sonra iyilikler hayatta karşılığını bulurken, kötülük de cezasız kalmıyor. Bazı anlarda kamera kullanımı ve kurgusu insanı heyecanlandırıyor filmde. O anlarda az da olsa Sergey Ayzenştayn tadı alıyorsunuz. Nedim Otyam’ın bazı sahnelerde duyulan gerilimli müzik insana kasvet hissi yaşatabiliyor. Filmde Ahmet’i Sadri Alışık, Ayşe’yi Muhterem Nur, Osman’ı Nazım İnan (1922 – 1975), Ahmet’in annesini Nezahat Tanyeri (1917 – 1986), İhsan’ı Faik Coşkun (1914 – 1978), Rüya’yı Rüya Gümüşata (1952), Selma’yı genç yaşta vefat eden Hikmet Serçe (ölümü 1960) canlandırmış.
Bol karakterli İzzet Günay…
1934’te İstanbul’da doğan İzzet Günay, beyazperdenin sevimli yüzüydü herhalde. İki rolde oynamayı da seviyor olmalı. Ülkü Erakalın’ın yönettiği 1964 yapımı “Tophaneli Osman” filminde, birbirinden farklı karakterdeki iki insanı yüksek bir performansla oynamış. Senaryoyu Bülent Oran yazmış. Kameramanlığıysa Cahit Engin (1922) yapmış. Filmin hikâyesi bir köşkte geçiyor. Köşkte, miras uğruna bir cinayet işlenir. Murat, tıpatıp kendine benzeyen Osman’ı köşke gönderir. Osman, köşkün hizmetçisi Fatma’ya görür görmez tutulur. Aslında, Murat’ın sevdiği Semra’ya ilgi göstermesi gerekiyor. Köşke, mirastan pay almak isteyen akrabalar akın etmiş. Osman yüzünden, bir dolu eğlencenin ardından katilin kim olduğu ortaya çıkıyor. Miras da masum Murat’a kalırken, sevgililer de birbirlerine kavuşuyor. İzzet Günay, Fatma Girik’in güzelliğiyle büyülenmiş ki, onu öpmeden duramıyor. “Tophaneli Osman”, bizim sanat kültürümüze yakın duran mizahıyla insanı gerçekten eğlendiriyordu. Filmde Murat ve Osman’ı İzzet Günay, Fatma’yı Fatma Girik, Semra’yı Semra Sar, Nihat’ı Nubar Terziyan, Aşçı Rıza’yı Cevat Kurtuluş (1922 – 1992), Deli Vildan’ı Rengin Arda canlandırmış.
Nejat Saydam’ın yönettiği 1964 yapımı “Acemi Çapkın” filmi, “Dr Jekyll ve Mr Hyde” hikâyesinin “canavarsız” sevimli hale gelmesi gibi sanki. En azından bu hikâyeden ilham almış. Müzikâl yönleri de olan bu romantik komedinin senaryosunu yönetmenle beraber İlhan Engin yazmış. Görüntülerse Melih Sertesen’e ait. Müzikleri de Metin Bükey bestelemiş. Sıtkı Candost, bir kız müzik okulunda idareci. Gündüzleri, kadınlara pek yanaşamayan pısırığın biri. Geceleriyse çapkının biri. Kişiliği ikiye bölünmüş gibi, iki Sıtkı’nın da birbirlerinden haberleri yok. Bir gün Sıtkı hayatının kadını Nurten’le karşılaşıyor ve onu kaybetmemek için kendiyle savaşıyor. Filmde Ahmet Tarık Tekçe güzel bir şarkı da söylüyor. Bu filmde Sıtkı’ya İzzet Günay, Nurten’e Tijen Par (1938), Cemil’e Ahmet Tarık Tekçe (1920 – 1964), Süreyya’ya Sadettin Erbil (1925 – 1997) hayat vermiş.
Sırrı Gültekin’in (1924 – 2008) yönettiği 1968 yapımı “Kalbimdeki Yabancı”, Semiramis Pekkan’ın güzelliğini sunan eğlenceli ve romantik bir filmdi. Senaryoyu Sadık Şendil (1913 – 1986) yazmış. Kameramanlığıysa Cahit Engin yapmış. 1948’de İstanbul’da doğan oyuncu – şarkıcı Semiramis Pekkan, sesiyle Patricia Kaas ve Zuhal Olcay gibi huzur verebiliyor. Birbirine ikiz gibi benzeyen iki adam. Biri zengin, kumarbaz ve çapkın. Diğeri İstanbul’a iş aramak için gelmiş. Zengin olanı, mirası alabilmek için ayrıldığı karısına muhtaç. Kötü adamlarladan kaçarken, İstanbul’a yeni gelmiş benzeriyle yer değiştiriyor ve tam kurtuldum diye düşünürken, sonra da bir kazada ölüyor. Diğeri için bundan sonrası için eğlence başlıyor. Uşak Mücteba, ona günlük programa uygun güzel günler yaşattırıyor. O sıra da zengin adamın karısı gelir ve kadın, kocasının benzeri taşralı gençle eğlenmeye başlar. “Kalbimdeki Yabancı”, polisiye film tadı da veriyor. Bu filmde Semiramis Pekkan güzel sesiyle şarkılar da söylüyor. Filmde iki karakteri İzzet Günay, kadını Semiramis Pekkan, Uşak Müctaba’yı Münir Özkul (1925), patronu Ali Şen canlandırmış. Semiramis Pekkan, “Sevemez Kimse Seni Benim Sevdiğim Kadar” şarkısıyla ablası Ajda Pekkan’ın 1967’de yorumladığı “Sevdiğim Adam”ı da söyler gibi yapıyordu. “Sevdiğim Adam”, Mireille Mathieu’nün “Celui qeu J’Aime” (Sevdiğim Biri) şarkısının aranjmanı. Türkçe sözleri de Fecri Ebcioğlu yazmış. Ebcioğlu’nun sözleri, Fransızca şarkının içeriğine de pek de uzak değilmiş. Semiramis Pekkan, ablasının “Boşvermişim Dünyaya” şarkısını da yorumlar gibi yapıyordu bu filmde. Elbette yine ablası Ajda Pekkan’ın vokaliyle.
Unutulmaz “Altın Çocuk…”
Sinemamızda “Altın Çocuk” diye anılan Göksel Arsoy, 1939’da Kayseri’de doğdu. Göksel Arsoy’un başrolünde olduğu 1962 yapımı “Öldüren Bahar”, melodram yüklü olsa da, karakterlerin güçlü yansımasıyla iyi bir filme dönüşüyor. Filmde duyulan “Gel sevgilim artık gel / Ayrılamam senden” diyen o güzel şarkıyı kimin yorumladığını bulamadık. Film, Zonguldak’a doğru vapurla yolculuğa çıkmış Yücel’in anlattıklarıyla başlıyor. Teyze çocukları, Selim ve Sevil’le büyüyen Yücel, Sevil’le büyük bir aşk yaşıyor. Mühendis olan Yücel, çocukken anne-babasını kazada yitirmiş, teyzesinin büyüttüğü Sevil’e melânkolik bir tutkuyla aşık. Biri daha var. O da, Sevil’in teyze oğlu Selim. Tek amacı, Sevil’e kalacak mirasa ulaşmak. Kader, başlarda her şeyi Selim’in istediği gibi geliştiriyor. Yücel, Zonguldak’tan Yadigâr adındaki yük gemisiyle dönerken fırtına patlar ve Sovyetler’in eline düşer. İşkenceler görür, taş ocağında çalışır ve sonunda zor da olsa firar eder Yücel. Radyo haberinde, batan gemide Yücel’in de öldüğü söylenince, Selim amacına ulaşıyor ve düğün başlıyor. Selim’in sevgilisi Aysel de var. Hikâye derinleştikçe, kolay olmasa da iyiler ve sevgililer kazanıyor, kötüler trajediler yaşıyor. Polisiye filmine de dönüşen bu melodramda, mekânların yansıyışı çok çarpıcıydı. İç mekânlara düşen ışıklar ve yansıyan gölgeler, filme estetik katkı sağlamış. Kopan fırtınayla Sevil’in kâbusunun yansıyışı görsel anlamda iyiydi. Yücel’in firar sekansı da macera doluydu. Fonda duyulan senfonik tatlar veren müzikler de hemen fark ediliyor. Bu film, Sadık Şendil’in eserinden uyarlanmış. Senaryoyu Şendil’le beraber yönetmen yazmış. Bu filmin yönetmeni, sinemamızın muhteşem “kötü adam”larından Süha Doğan. Filmin kameramanı da Ali Yaver. Filmde Yücel’i Göksel Arsoy, Sevil’i Leyla Sayar (1939), Selim’i Turgut Özatay canlandırmış. Turgut Özatay, sinsi ve tedirgin edici taraflarıyla “kötü adam”a yeni bir bakış getirmiş. Bir de Leyla Sayar var. Sinemamıza gelmiş en güzel kadın oyuncularından biriymiş o.
Müzikaller de vardı…
Nejat Saydam’ın yönettiği 1966 yapımı “Boğaziçi Şarkısı”, sinemamızdaki ender müzikâllerden. Senaryosunu yönetmenin yazdığı filmin görüntülerini Melih Sertesen çekmiş. Anadolu’dan İstanbul’a gezmeye gelen liseli kızlar ortalıkta şarkılar söylerken, peşlerindeki gençler de onlara şarkılarla karşılık verir. Bu karşılıklı şarkı yarışı, Boğaz’da kazayla kesiliyor ve Mine’yle Tarık arasında aşk kıvılcımı aleve dönüşüyor. Araya başka şeyler giriyor ve melodram filmi kuşatıyor. Ama, onca acılardan sonra mutluluk finalde bekliyor. İnsanı etkileyen Boğaz manzaralarıyla duyulan şarkılar muhteşem. Selda Alkor, Sevim Şengül’ün sesiyle bol bol şarkı söylüyor. Filmin ilk bölümünde Tanju Okan’ın da sesi duyuluyor. Üstat, 1960’larda “Anadolu Pop” okumuş. Filmde, Adnan Şenses göründükten sonra konserlerdeki sahne şovları da çarpıcıydı. “Boğaziçi Şarkısı”nda Mine’yle Tarık bol bol öpüşüyorlardı bir de. Günümüzde böyle öpüşmeler olay olurdu herhalde. Filmde Tarık’ı Tamer Yiğit, Mine’yi ve Şükran’ı Selda Alkor (1943), Mine’nin babası Kadir’i Atıf Kaptan (1908 – 1977), Tarık’ın babası Rüstem’i Nuri Altınok (1921 – 1993), Tombul Ali’yi filme neşe getiren Necdet Tosun canlandırmış.
Metin Erksan’ın abisi Çetin Karamanbey’in (1922 – 1995) yazıp yönettiği 1960 yapımı “Aliii”, bir çocuğun macera dolu hikâyesini anlatıyor. Filmin kameramanlığını Ali Yaver yapmış. Filmde Fatma’yı Fatma Girik, Hasan’ı Baki Tamer (1926 – 2004), Ali’yi Tanju Eraslan (1947), Gönül’ü Gönül Beyhan (1932), Cambaz Kadir’i Kadir Savun, Kaçakçı Ahmet’i Ahmet Tarık Tekçe, Kaçakçı Hakkı’yı Hakkı Haktan canlandırmış. Hasan, Fatma’yla evli bir tren başmakinisti. Komşuları “kötü adam”, Hasan’la Fatma’nın oğlu Ali’nin kaderini bir süreliğine değiştiriyor ve bir macera başlıyor. Öncesinde, Hasan’ın kaçakçı kardeşi Hakkı, elinde kaçak mallarla ailenin evine dayanır. Baba görevde. Hakkı, Ahmet’le iş yapıyor. Bir tartışma sonucu çıkan kavgada Hakkı ölüyor. Gecenin bir yerinde, Ahmet’in evinde olan bu vakaya Ali tanık oluyor. Çocuğu fark eden Ahmet, çocuğu öldürmek isterken çocuk kurtuluyor. Ali’nin yolu cambazlık yapan Kadir ve varyeteci Gönül’le kesişiyor. Gönül hep evlât hasreti çekmiş. Ali’ye çocuğuymuş gibi tutuluyor. Fatma, cezaevine düşünce melodram da çoğalıyor böylece. Polis, Hakkı’yı Fatma’nın öldürdüğünü sanıyor. Zincir kıran cambaz Kadir, kuvvetiyle vücuduna sarılmış zinciri kırıyor, ama devir ve insanlar değişmiş. Cambaz gözden düşmüş. Bu film, Federico Fellini’nin 1954 yapımı “La Strada – Sonsuz Sokaklar” filminden epey ilham almış. Sonunda kazanan mutluluk oluyor. Geriye kalansa, Ali’nin yaz macerası ve trenler oluyor.
Filmin ön jeneriğinde, Barış Manço’nun “İşte Hendek İşte Deve” şarkısı duyuluyor önce. Filmin adı da “İşte Hendek İşte Deve…” 1971 yapımı filmi Semih Evin (1920 – 1987) yazıp yönetmiş. Filmin görüntüleriyse Muzaffer Turan’a (1943 – 2001) ait. Veli eşeğiyle, Nuri devesiyle gelmiş İstanbul’a. Nuri, mektupla tanıştığı güzel bir kadınla evlenme umuduyla düşmüş yollara. Gelin adayı geçkince, bir de babası külhanbeyi olunca işler karışıyor. Bu filmdeki güzellikler Şükran Ay (Benden Başkalarına Yok Yok De), Alaaddin Şensoy (Cici Kız), Rana Alagöz (Her Şey Bitmiştir Artık), Selçuk Alagöz (Seherde Bir Bağa Girdim), Handan Kara (Dostlar Başına) gibi önemli seslerin görüntüleri de yansıyor sesleriyle beraber. Semiramis Pekkan’ın, “Dert Ortağım Benim” şarkısıyla sesi de duyuluyor. Filmin hikâyesi genelde gazinoda geçiyor. Futbolcu ve çapkın Yalçın, aslında zengin, ama gece kulübünde dansözlük yapan Aysel’le ilgileniyor. Gazinoya, Aysel’in Kayserili babası Ali de gelir. Her şey birbirine karışıyor ve sonra da bu komedi filminde su yolunu bulup herkes için mutlu son oluyor. Filmde Veli’yle Yalçın’ı Münir Özkul, Nuri’yi Sami Hazinses (1925 – 2002), Aysel’i Gülgün Erdem (1951), Ali’yi Ali Şen, külhanbeyi Mehmet Büyükgüngör (doğum ve ölüm tarihi bilinmiyor), kendisini Bilal İnci (1936 – 2005), geçkin kızı Mualla Sürer, hippiyi Mürvet Sim (1919 – 1983), gazinocuyu Tevhit Bilge (1919 – 1987) oynamış.
Akad’ın köy gerçekliği…
Sinemamızın yaşayan büyük ustası Ömer Lütfi Akad’ın (1916) senaryosunu yazdığı ve yönettiği 1967 yapımı “Ana”, köy gerçekliğini, duygu sömürüsüne girmeden beyazperdeye aktaran filmlerden. Bu toprak insanlarının, Akad’ın 1970’lerdeki şehre göç üçlemesiyle dramları uç noktaya ulaşacaktı. “Ana” filminde kan davası öne çıkıyor. Filmdeki oyunculuklar ve diyaloglar gerçekten etkileyici. Görüntüler övgüyü hak ediyor. Kameraman Cengiz Tacer’in çarpıcı fotoğrafları ilham verici. Filmin müziklerine Orhan Gencebay’ın da (1944) katkısı olmuş. Müziğe diğer katkıyı da Abdullah Nail Bayşu (1926 – 1983) yapmış. Kan davalı Şevket, karısı Güllü, gelinlik kızları Halime, oğulları Mehmet Ali ve bebekleriyle üç yıl önce bu köye göç etmişler. Köyde ırgatlık yapıyorlar. Gariban Salman da Karadenizli ailenin en yakın dostları. Kanlıları izlerini buluyor. Tedirginlik ve korku çoğalıyor. Şevket vurulur. Güllü ve çocukları köyden ayrılırlar. Salman’ın tanıdığı Üzeyir de at arabasıyla peşlerinden onları takip eder. Sonra beraberce yola devam ederler. Üzeyir, onlara yardımcı olur ve tarlalarda iş bulur. Üzeyir’le Halime’nin gönülleri de birbirlerine yaklaşır sonra. Düğün yaklaşır. Ama, bir kanlı, Musa da peşlerinde ailenin. Bu film sinemamızın önemli yapıtlarından. Kazanan trajedi oluyor. Filmde Döndü’yü Türkan Şoray, Üzeyir’i Yılmaz Duru (1933 – 2010), Şevket’i Erol Taş, Salman’ı Osman Alyanak (1916 – 1991), Musa’yı Kadir Savun, Halime’yi Gonca Alyanak canlandırmış.
(16 Nisan 2011)
Ali Erden
KAYNAK: http://www.sadibey.com dan alınmtıdır.. Hazırlayan arkadaşımıza TEŞEKKÜR'LERİMİZLE....